Hedefimiz
Sergi
Pullarda Bilim
Bilim İnsanları
E-Metinler
Mesaj Panosu

 

 

 

 

 

Biyografi


Macit Rıza Erbudak (1912-1981)

15 Mayıs 1912 tarihinde Istanbul'da doğdum. Asker olan babam Ali Rıza, o yıllarda Harbiye Levazım Mektebi'ni bitirerek 4. Ordu Menzil Müfettişliğine atandı. Böylece 1. Dünya Savaşı devam ederken evimiz İstanbul'dan Şam'a taşındı. 1916 yılında babamın ölümü ve Şam'ın İngiliz birliklerinin eline düşmesi üzerine, annemle bir likte Mısır'da bir göçmen olarak yaşayan dayımın yanına gittik. Ağabeyim Muammer ve ablam Kamuran benden çok büyüktüler. Ağabeyim Mersin'e giderken, ablam Türk bir mühendisle evlenip Şam'da kalmıştı. Tanta'da iki yıl okula gittim. Dayımın beklenmeyen ölümü üzerine, Şam'a ablam ve eniştemin yanına döndük, Ilk öğrenimimi, 1925 yılında müdürü bir hıristiyan Arap olan Muhacirin mahallesi örnek ilkokulunda bitirdim. 1927 yılında Mersin'e ağabeyimin yanına geldim. Yengemin ağır bir hastalığa yakalanması yüzünden, o yıl okula gidemedim. Ertesi yıl Hama Bayındırlık Müdürü olan eniştemin yanına döndüm; dışardan 8. sınıf sınavını vererek bir üst sınıfa geçtim.

10. sınıfı okumak üzere Şam'a, babamın mezarını bekleyen annemin yanına gittim. Bu arada savaşı kazanan devletlerin Ortadoğu'yu paylaşma program ları çerçevesinde, Suriye Fransa'nın payına düşmüştü. Bu nedenle liseyi, Amber Sultanisi'nde Arapça ve Fransızca çifte eğitim görerek 1931 yılında bitirdim. Suriye hükümeti hesabına burslu bir öğrenci olarak yüksek öğrenim yapmaya Fransa'ya gitmeği kendime yediremedim. Bu arada, Suriye kurtuluş hareketine katılan öğrencilerle birlikte tutuklandım. Koşullu olarak salıveril dikten sonra hemen İstanbul'a geldim. Lise diplomamın Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onanma işleminin uzaması dolayısiyle o yıl Yüksek Mühendis Mek tebi'nin giriş sınavlarına katılamadım. Darülfünun Riyaziye Şubesi'ne din leyici öğrenci olarak yazıldım. Nüfus kaydım da bulunamamıştı. Bu kaydı, merak zorlamasıyla, 1950 yıllarında ben kendim bulmuştum. Anavatanımda karşılaştığım zorluklar yüzünden, bir ara Suriye'ye geri dönmeyi bile göze aldım. Vali yardımcısı Fazlı Güleç'in uzanan yardım eli beni bu kararımdan vaz geçirdi. Aslında vatan hasreti ile büyümüş kişiler, böyle bir kararı kolay kolay uygulayamazlar. 1933 yılında Yüksek Mühendis Mektebi'nin giriş sınavlarını kazandımsa da, yatılı olan okulun kapılarının saat 19 da kapanması, tekrar Fen Fakültesi'ne dönmemi kolaylaştırdı.

Arkadaşı Bedi Ilgım o yıllar hakkında şöyle yazıyor: "Kendisini 1932 ve 33 yıllarından beri tanırdım. Ben üniversiteye girdiğimden bir yıl önce, o Darülfünun'a girmişti, Ikinci sınıftaydı. Onu saçları biraz seyrek, çıkık anlı ve güler yüzüyle, sırtında bütün öğrenciliği sırasında değiştiğini hatırlamadığım kadife yakalı, yeşilimsi, eski bir pantalon içinde görmüştüm. Galiba Yüksek Muallim Mektebi'ne kayıtlı değildi. Fakat oradaki arkadaşlarıyla hep beraber olurdu. Ama ders çalıştığına hiç rastlamamıştım. Ben onu daima dersler dışındaki konularla uğraşır bulurdum. Kendim de fakir bir ailenin çocuğu olduğum için onu kıyafetinden dolayı kendime yakın hisseder, fakat çalışacak yerde ortada dolaştığını gördükçe içimden kızardım. Onun gerçek yeteneğini 1947'ye kadar anlamadım; oysa çok kuvvetli bir öğrenciydi."

Üniversitenin ilk öğrencileri arasında matematik bölümünü 1935 yılında bitirdim. Cahit Arf ve Ratip Berker gözde okul arkadaşlarımdı. Sümerbank, o yıl sınav yapmadan Avrupa'ya öğrenci gönderdiğinden, ben de değerli hocalarım Prof. Ali Yar ve Kerim Erim'in teşvikleriyle fakülte adayı olarak ordu hesabına açılan sınavlara katıldım. Sınavları kazanarak Berlin'de harita mü hendisliği öğrenimine gönderildim. Berlin Yüksek Mühendis Mektebi'ni 1940 yılında, karartmalı ve sığmaklı bir hayat sürerek bitirdim. Önceden yapılmış sözleşme gereğince staj yeri aramaya koyuldum. Almanya'ya karşı savaşa katılmış olmamıza rağmen, Potsdam Jeodezi Enstitüsü müdürü olan hocamız Prof. Schmehl, hükümetinden özel izin alarak beni doktora çalışmasına teşvik etti. Bu çalışmalara başlamak üzere iken yurda geri çağrıldım. 1940 yılında Harita Genel Müdürlüğü'nde göreve başladım. Staja gönderilmem için dilekçe verdimse de, bu dileğim yerine getirilemedi. İ.T.Ü. İnşaat Fakültesi, beni topografya kürsüsü için istediyse de, ayrılmama izin verilmedi. 3 yıl süren askerlik görevimi bu dairede yaptım. Baz yönetmeliğinin hazırlanmasında, Batı Anadolu nirengi şebekesinin dengeleme hesaplarının yürütülmesinde ve Bolu 1. derece şebekesinin rasat işlerinde çalıştım. Harita dergisinde, fo togrametri ve şakul sapması üzerine yayınlanmış yazılarım vardır. 1944 yılında, Suriye'de yerleşmiş bir Türk ailesinin kızıyla evlendim. Aynı yıl, askeri bir dairede sivil olarak çalışmanın verimsiz olduğunu görerek, terhis olduktan sonra askeri daireden ayrıldım. Mecburi hizmet süremin bitmemiş olmasından dolayı mahkemeye verildim. 7 yıl süren bu davayı en sonunda kazandım. Askerlik görevimin yanı sıra Türk Maarif Koleji'nde öğretmenlik de yaptım. Bir ara Sağlık Bakanlığı Sıtma Savaşı Teşkilatı'nda çalıştım. Mühendisler Birliği'ne yazılmak istedimse de, bu dileğim yerine getirilemedi. Türkiye'de harita mühendisliği diye bir meslek de yoktu. 1945 yılında harita müteahitliğine girişmek istedim. Bir kasabanın haritasını yapmış olmak koşulu ileri sürülünce, İller Bankası'ndan harita işi alamıyacağımı anladım.

Bu defa bu dairenin harita servisine memur olarak girmek istedim. Uzun bir bekleyişten sonra, ancak eniştemin dostu olan o devrin Maliye Bakanı'nın aracılığıyla 1945 yılında İller Bankası Harita Servisi'ne kabul edilebildim. Serviste tek harita mühendisi bendim.

Değerli devlet adamı Mümtaz Tarhan, Tapu ve Kadastro Teşkilatı'nın başına getirildikten sonra, bu kuruluş artık bu haliyle kala mazdı. Girişeceği reformlar için teknik ele mana ihtiyacı olacaktı. Kuracağı planları ger çekleştirecek elemanları ararken, dostlarının beni salık vermeleri üzerine 1947 yılında Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne atandım ve 1959 yılına kadar orada çalıştım. 1949 yılında tapulama teşkilatının, 1950 yılında da harita ve kadastro mühendislerini yetiştirecek olan bölümün kurulmasında payıma düşeni yapmaya çalıştım. Böylece müfettişlik görevime bir de öğretmenlik görevi eklenmiş oldu.

Bedi Ilgım o yılları canlı anımsıyor: "1947'de Macit işinin ağırlık merkezini Yıldız Teknik Okulu'na taşımış, Harita-Kadastro Mühendisliği Bölümü'nün açılması çalışmalarına başlamıştı. Ben o tarihte okulumuzun Öğretim Müdür Yardımcılığı görevini yapıyordum. Bölümün açılışı çalışmalarında beraber olurduk. Sonra bölümde öğretime başlandı. Görevini artık tümüyle okula aktarmıştı. Öğretim kadrosunun oluşturulmasında, bölümün ihtiyacı olan donatımın sağlanmasında, bölüme kısa sürede kişilik kazandırılmasında ileriye yönelik gelişme planlarının oluşturulup uygulanmasında son derece ağır bir yükü sırtlamış olduğu halde bunu hiç belli etmez, belki belli etmemeğe de çalışmaz, yapılan işlerin gürültü ve gösterişsiz bir alçak gönüllülükle yürütülmesinde emsalsiz bir ustalık gösterirdi."

Ekrem Ulsoy da o yılları şöyle anlatıyor: "Macit Erbudak, fakültemizin kuruluş komisyonunda en önemli rolü oynamıştır. Böylece Harita-Kadastro Bölümü Yıldız Teknik Okulu bünyesinde, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 3.2.1949 tarihli emri ile öğretime açılmıştır."

Aralıksız çalışmadan yorgun düştüğümden, müfettişlikten ayrılmak zorunda kaldım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Jeofizik Enstitüsü'nde jeodezi dersleri vermekteydim. 27 yıl içinde ancak üç kez Avrupa'ya gidebildim. 1955 yılında İsviçre hükümetinin davetlisi olarak Bern, Basel, Lugano ve Zürih kentlerinde çalışmak üzere dört ay, 1962 yılında Alman hükümetinin davetlisi olarak bir buçuk ay Frankfurt'ta ve 1966 yılında da Zeiss Jena ve Agfa fabrikalarının davetlisi olarak bir ay süre ile Jena ve Stockholm'da bulundum.

M. Emin Ertürk'ün Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası yetkilisi olarak eski genel başkanları hakkında söyledikleri şöyle: "Kendileri gerek öğrencilik anlarımızda, gerekse mühendis olarak hayata atıldığımızda, oda faaliyetleri mizde daima derdimizi sabırla dinleyen ve çareler gösteren bir hoca, bir ağabey, bir baba ve bir meslektaş olarak önümüzde ve yanımızda bulunmuşlardır."

Aynı şekilde Ahmet Aksoy'un dedikleri de kendisinin önemli bir yönünü tanıtıyor: "Biz Macit Bey'i tanımazdık; o da bizi tanımazdı. Öyle ise bize niçin babalık yapıyordu. Çünkü başka türlü yapamazdı, çünkü bu onun insanlık anlayışı, hayat felsefesi idi. Çünkü o başka türlü olamazdı. Çünkü o başkaları için yaşıyan bir insandı. İşte Macit Bey, işte baba Macit Bey!"

Yarım yüzyıllık dostu Bedi Ilgım ise şöyle diyordu: "Çok zengin kültürü, in ce ruh ve zekası, engin hoşgörüsü ile insanların zor zamanlarında, ses çıkarmadan acılarına ve üzüntülerine katılmasını bilen bir kişiliği vardı."

Macit Erbudak, 27 Nisan 1981 tarihinde ölür. Oğlu Mehmet'in söyledikleri şu: "Babam her an ya yazar ya da okurdu. Kendisini inandığı yola adamıştı. Emekliye ayrılmaktan çok korkardı, bir ölüm korkusu gibi. Ölümü kendisini bu korkudan kurtardı." İnandığı yolu 1960 yıllarının sonuna doğru İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Harita Kadastro Şubesi Talebe Cemiyeti'nin dergisi Devrim'e şöyle açıklamıştı: "Ulusumuzun geleceği gençliğe bağlıdır; bugün ne ekersek, yarın onu biçeriz. Bu yüzden eğitimi yalnız gençlere değil, tüm toplumumuza uygulamalıyız. Siz öğrencilerin yolları güçlükler ve çözüm bekliyen karmaşık sorunlarla doludur. Yılmayınız, geleceğe umutla bağlı kalınız!"

Ölümünden hemen sonra kadir bilir dostları Macit Hoca'yı ödüllendirirler; Kadiköy'de oturduğu sokağa "Prof. Macit Erbudak" adı verilir, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurulu da kendisine hizmet ödülü verir.

 

 

 

http://www.bilimtarihi.org
Son güncelleme: 01.11.2016

© 2016