Hedefimiz
Sergi
Pullarda Bilim
Bilim İnsanları
E-Metinler
Mesaj Panosu

 

 

 

 

 

 
MESAJ PANOSU


OKUYUCU MESAJLARI:

Üzücü bir konu

Beni çok üzen bir konuyu paylaşmak istiyorum. Belki üzüntüm azalır.

Bu yıl Galileo'nun ilk defa teleskop ile gözlem yapışının 400. yıl dönümü. Bu sebepten bu yıl Uluslararası Astronomi yılı. Bütün ülkelerde etkinlikler yapılıyor. Bizde de ODTÜ'de (TÜBİTAK'ın yarım yamalak desteği ile) 20-21 Mayıs tarihlerinde iki gün süreli seminer yapıldı. Seminer sırasında sergi, planetaryum gösterisi, teleskop yapım atölyesi çalışmaları ve radyo ODTÜ'nün mizahi bir söyleşisi de vardı. Oğlumun daveti üzerine koşa koşa gittim.
Seminer ODTÜ kongre merkezinde yapılıyordu. Toplantıda etkinliği düzenleyen ODTÜ Astronomi Topluluğu ve konuk konuşmacılar vardı. Ayrıca konuk olarak galiba ben dahil üç kişi ...
(Parantez içi 3) Neden?

İhtimaller

1. Etkinlik duyurulmadı mı? Hayır. Ankara Radyosu'ndan bile duyuruldu.
2. Seminer salonu sapa bir yerde miydi? Hayır, ODTÜ Kongre Merkezi üniversitenin en merkezi yerinde.(Bizim zamanımızda yoktu.)
3. Sınav dönemi miydi? Hayır. Genellikle ikinci midterm sınavları bitmiş. Finallere daha iki hafta var.
4. Seminer dili ağır mıydı? Hayır. Tam tersine, dil merak eden herkesin anlayabileceği bir dildi. Formül filan da yoktu.

ODTÜ hala ülkemizin en yüksek puanla öğrenci kabul eden üniversitelerinden biri. Kuramsal olarak, bu öğrenciler yaşları gereği en meraklı oldukları dönemi yaşıyorlar. Fakat ilgisizler. Çünkü bu etkinliğin onlara parasal kazanç olarak dönmeyeceğini biliyorlar. 1980 sonrası gençlerimize kazandırdığımız kültür bu. Özellikle öğretim üyesi arkadaşların dikkatini çekmek isterim, bu gidiş iyi gidiş değil.

Lütfen karamsarlığımı giderecek bir şeyler söyleyin. Esenlikler dilerim..

Nedim Ardoğa


Mesaj 9 Dr. Şeref Etker (03.03.2007)
Konu: Dr. Kazım İsmail'in gözünden Kırım Savaşı ve Florence Nightingale

1854 Kırım muharebesi esnasında İngiliz ve Fransız ordularının İstanbul'da Türk ordusu ile birleşerek harekete geçtikleri ve müttefik ordularının Kırım'da büyük bir zafer elde ettikleri malumunuzdur.

Kırım muharebesine tekaddüm eden acı siyasi vakıaları size hatırlatacak değilim. Yalnız şurasını kaydedeyim ki, bu harb, kısaca komşumuz Rusya'nın Boğazlar, İstanbul ve bütün Türk ülkesi üzerinde asırlar boyu beslediği bir istila emelinin mahsulü idi. Mısır vak'ası olmuş, İngiltere hükümeti, Fransa'nın da arzu ve emeline rağmen, orada siyasi arzusunu tahakkuk ettirmişti. Rusya, Tanzimat hareketi ile yurdumuzda yerleştirilmek istenen ve geniş hüsnü niyete dayanan ıslahatımızı, içerdeki elleri, kolları vasıtasiyle baltalıyor

ve bilhassa Hünkar İskelesi Muahedesi'nin hükümlerini genişleterek yakın şarkta kendisi hakim, hami sonra da sahip olmak istiyordu.

1844'de Rusya, Osmanlı memlektinin ikisi arasında taksimini İngitere'ye açıkça teklif ettiği gibi, 1853'te, yani Kırım muharebesinden bir yıl önce de Çar Nikola Petersburg (şimdiki Leningrad)'da İngiliz elçisi Hamilton Seymour'a bu arzusunu tekrarlamış, fakat red cevabı almıştı. Devlet, Tanzimat hareketini Mısır'da da yürütebilmiş; Eflak, Boğdan, Sırbistan ve Karadağ'daki hareketleri Ömer Paşa eliyle bastırabilmişti. Lakin, Kudüs mukaddes yerleri işini halletmek üzere İstanbul'a gelen Baltık filoları kumandanı Mençikof, 5 Mayıs 1853'te Babıali'ye verdiği sert nota ile Osmanlı devletini Çarlık himayesine girmeye açıkça zorlamıştı.

Devletimiz 10 Mayıs 1853'te Rus delegesine Büyük Reşit Paşa eliyle sert bir red cevabı vermiş ve

garp devletleriyle ittifak ederek muharebe hazırlığına başlamıştı. İşte böyle bir siyaset kopması sonunda Ruslar Prut'tan geçtikleri gibi, pek az sonra da Çanakkale dışındaki Beşike limanında toplanmış olan Fransız ve İngiliz donanmaları iznimizle Boğaz'dan içeri girdiler. Lord Raglan, St. Arnod kumandasındaki Fransız orduları da gelmişti.

1854 yılının Eylül ayında donanma ile Serdar-ı Ekrem Ömer kumandasında Sivastopol'da Eupotoria mevkiine çıkan müttefik orduları arasında, Padişah Abdülmecit'in koluna değerli bir bilezik taktığı bir İngiliz kadın da vardı. 12 Mayıs 1820'de doğmuş olan bu asil İngiliz kadını bugün bütün dünya hastabakıcı hemşirelerinin adına yemin ederek diploma aldıkları ilk hastabakıcı Florence Nightingale'dir.

1854 yılında İstanbul'da harp hazırlığı yapılırken, Üsküdar'da ilk organize hemşireliği tesis eden bu kadının tarihi rolü, bütün dünyaca tanınmıştır. 1854 yılının 4 Kasımında bu işi kurmasının yüzüncü yılı tamamlanmış olacaktır.

Biz müteşebbis heyet, yüzüncü yıla yetiştirilmek üzere Fl.N. adına bir Hemşire Kolleji ve Hastanesi kurmak için harekete geçmiş bulunuyoruz. Bu teşebbüste, evvela Tük milletinin kadirşinaslığı vardır. İstanbul şehir olarak ve Türkler millet olarak, bugün 96 yaşında bulunan hemşirelik mesleğinin kendi yurtlarında kurulmuş olmasından müftehir ve mesutturlar.

O günden bu zaman kadar dünyanın pek çok memleketlerinde Fl.N. adına mektepler ve hastaneler açılmıştır. Yurdumuzun son yüz yıllık tarihine bakılırsa ne türlü zorluklarla dolu olduğu kolayca görülür ve anlaşılır.

Biz ancak son çeyrek asırda harp felaketinden masun olan yurdumuzda medeni tesisleri kurabilmek imkanına malik olmuş bulunuyoruz.

Bir hekim olarak hastabakıcı hemşirenin, hasta bakımındaki kıymetine ne kadar emin isem, Fl.N. adının hekimlik ve hemşirelik aleminde hiç unutulmamış olduğuna o kadar kaniim.

Bizde ilk organize hemşirelik mektepleri yimi beş yıl önce Kızılay'ın gayretleriyle başlamıştır. Fakat itiraf edelim ki, bugün elimizde bulunan tahsil görmüş hemşire sayısı ihtiyacımızın karşısında pek azdır. Daha çok hemşireye muhtacız.

İşte Fl.N. tesisi teşebbüsümüzün içnde bir de bu ihtiyaca cevap verecek sayıda hemşire yetiştirmek emeli dahildir. Hareketimizin bütün dünyada akis yapacağına emin bulunuyoruz. Ondan daha fazla emin olduğumuz ise kadirbilir milletimizin Fl.N. tesisi mütehassıs heyetine yardımcı olacağıdır.

K.İ. Gürkan, "Hemşireliğin Kurucusu: Florence Nightingale" (Radyo konferansı)
İstanbul Klinik Dersleri, c. III, sayı 13, Nisan 1950, s. 67-68


Mesaj 8 Dr. Şeref Etker (02.08.2006)
Konu: Cavid Erginsoy ve Şefik Kolaylı

Bilim Tarih'nin son sayısından yeni bilgiler edindim.
İzleyiciniz olarak teşekkür ederim. İki küçük katkıda bulunmak istiyorum.
Mesaj Panosuna şu bilgiyi eklerseniz, hem TRT'nin konunuzla yakından ilgili, önemli bir programını duyurmuş olursunuz ve panonuz da güncellenmiş olur diye düşünüyorum:

Işıkla Yazılmış Öyküler (1)
Prof.Dr. Cavid Erginsoy (1924-1967)
TRT 2 TV, 24 Haziran 2006 Cumartesi (08:15-08:45)

"Genç Türkiye Cumhuriyeti sağlam ve aydınlık bir gelecek için gençlere ve onların eğitimine inanmıştı. Bir düşüncenin, amacın çok ötesinde bir duygu seliydi bu inanç. Cumhuriyetin güvendiği gençlerden bazıları bu aydınlık geleceğin ışıkları oldular ve TRT'nin hazırladığı yepyeni bir programda öyküleriyle ekrana yansıdılar.
Yönetimi Selma Özinanır tarafından erçekleştirilen 'Işıkla Yazılmış Öyküler', bu idealler kuşağında 13 biliminsanının örnek yaşamını ve çalışmalarını anlatıyor."

Ekte Şefik Kolaylı'nın Eskişehir Bakteriyolojihanesi'nde çalışırken çekilmiş bir resmini sunuyorum.

Saygılarımla,
Şeref Etker


Mesaj 7 Dr. Şeref Etker (09.02.2006)
Konu: Cahit Arf

Cahit Arf kitabı konusunda Ali Nesin'in "Bir ülke, bir bilim adamı ve 'biz'" başlıklı eleştirisine dikkatinizi çekmek isterim:
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=4832
"Cahit Arf'ın yakın çevresinde bulunmuş hemen herkesle konuşulup, yararlı ve değerli bir eser ortaya ıkarılmş. Sıra şimdi bilim tarihçilerinde..."

 


Mesaj 6 Prof. Dr. Ali Alpar (07.02.2006)
Konu: Remziye Hisar

Feza Hanım merhaba,
Bilimtarihi.org sitenizi zevkle izliyorum, teşekkürler.
Prof. Remziye Hisar'ın biyografisine 1991 yılında TÜBİTAK Hizmet
Ödülünü aldığı bilgisi de eklenebilir mi?
Daha uzun ve resimli bir biyografi TÜBİTAK Bilim ve Teknik'in eski bir
sayısında ve web de var. Bir link konabilir. O biyografi benim Remziye
Hanım'la yaptığım uzun konuşmaların bant kayıtlarından yararlanılarak
hazırlanmıştı.
Daha kapsamlı malzemeyi de ben yayınlamak isterim ilerde ama şimdilik
vaktim yok.
Saygılar, M. Ali Alpar
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi

 


Mesaj 5 Prof. Dr. Esin Kahya (01.02.2006)
Konu: Perihan Çambel

Sayın Feza Hanım,
Sayın Prof. Dr. Perihan Çambel Hanımefendi ile bizzat tanışma şansım oldu ve bana bazı yayınlarını hediye etmişti.
Hocanın bendeki yayınları arasında özellikle onun onkoloji konusundaki çalışmaları ile ilgili olanlar bulunuyor. Ayrıca Türk Kanser haberleri adlı dergide onun çalışmaları ile ilgili bilgi bulunmaktadır.
Bendeki makalelerinden birisi: Chronic Thyroiditis and Primary Thyrotoxicosis adlı makalesi; Kazım Gürkan hoca ile blikte American Medical Association tarafından yayınlanan the Archives of Surgery'nin Mart 1945, c.50, ss. 125-129 arasında yayınlanmış bir makalesi
Bendeki makalelerini bir araya getirdiğimde size daha ayrıntılı bir liste vermeğe çalışacağım. Eğer hoca için bir şeyler yapabilirseniz sevinirim. Zamanında çalışmalarını yürütüken pek de destek görememeiş, ama çalışmaktan yılmamış bir bilim insanı. İlginize teşekkür ederim.
Selamlar
Esin Kahya

 


Mesaj 4 Dr. Şeref Etker'den (17.12.2005)
Konu: Perihan Çambel'in bilim tarihi yazarlığı

Dr. Perihan Çambel'i bir tıp tarihi yazarı olarak tanıyoruz. Yaşam öyküsünü Prof.Dr. Ekrem Kadri Unat yayımlamştır: "Prof.Dr. Perihan Çambel (1909-1987)", Tıp Tarihi Araştırmaları, 4 (1990), s. 163-165.

Perihan Çambel'in bilim tarihi konusunda bazı yazıları olduğunu öğrendik:

"Bilimde metod, I: Bilimsel metodun kurucusu Descartes", Barış, 28 Mart 1973
"Bilimde metod, II: Niçin Kartezyen kuşkuculuk ?", Barış, 4 Nisan 1973
"Bilimde metod, III: Kopernik'ten, Harvey'den başlayan metod gelişmesi", Barış, 11 Nisan 1973
"Bilimde metod, IV: İslâm-Türk kültüründe bilimsel metodun gecikmesi", Barış, 25 Nisan 1973

Perihan Çambel'in bilim tarihi ile ilgili başka yazılarını bilenler, bunları bize tanıtabilir mi ?

 


Mesaj 3 Dr. Şeref Etker'den (22.10.2005)
Konu S. M. Uzdilek'in Fizikin Tarihçesi adlı yazısı

"Diğer meslek erbabı kendi ilimlerinin tarihlerini enteresan görebildikleri gibi, biz de
fiziki ilimlerin tekâmül tarihinin dünyanın en cazip şeylerinden biri olduğunu söyleyebiliriz..."

Salih Murat [Uzdilek], "Fizikin Tarihçesi"
Türkiye Fizik Cemiyeti Mecmuası, sene 1, No. 1, Nisan 1932, s. 2-6

Lûgat manasile 'asrî fizik'ten maksat bugünkü fizik ilminin hududu içine giren bilgi muhassılasıdır. Bazı fizikçiler 'asrî fizik' tabirile fizik sahasında son yirmibeş-otuz sene zarfında meydana gelen şeyleri kasdediyorlar; ve asrî fiziki, 1890'da nihayet bulan 'klâsik fizik'den ayırıyorlar. Bunların iki noktadan hakları var: (1) 1890 senesinden sonra fizikteki terekkiyat pek büyük mikyasdadır. (2) Bu keşiflerin çoğu da 1890'dan evvel te'essüs etmiş olduğuna hükmedilen nazariyelere muarız düşüyor. Bilfarz, 1890'dan evvelki fizikçilerin pek azı mevç nazariyesinin sıhhatinden şüphe ediyorlardı. Fizikçilerin çoğu bu nazariyenin korpüskül nazariyesini yere serdiğine hükmediyorlardı. Hertz'in 1887'de yaptığı tecrübeler Maxwell'in elektromanyetik nazariyesinin tamamiyet ve mükemmeliyetini ispat eder mahiyette görülmüş idi.

Fakat işin garibi şu ki, Hertz'in bu mühim tecrübeleri bir taraftan elektromanyetik nazariyesinin sıhhatini ispat etmekle beraber, diğer taraftan foto-elektrik hadisesi denilen yeni bir hadiseyi ortaya çıkarmakla elektromanyetik nazariyesinin sıhhatinde tereddütler hasıl ediyordu. Bu halde Hertz'in o yüksek tecrübeleri iki yüzlü neticelerle fizik alemine karıştı.

1887 ile 1897 arasındaki fasılada yapılan mühim keşifler, Quanta-Kuanta nazariyesinin temel taşlarını atmış oldu. Bu nazariye ise, bir çok cepheden bakıldığına göre ziyanın mevç nazariyesine nazaran kutran mukabil vaziyetdedir. Filhakika, her ikisi de müspet delillere istinat eden bu iki nazariye arasındaki anlaşma, asrî fizikin iki mühim mes'elelerinden biridir ki, buna Kaunta veya mevç mihaniki diyoruz. Diğeri de atomun bünyesidir.

Bu iki mühim mes'ele birden bire fırlamış değildir; bir takım tedkikat ve nazariyelerin bugünkü mütekâmil safhasıdır. Asrî fizikin tekâmül safhasını gözden geçirir iken buna mesnet olan eski fizikin de tarihçesini bilmek icap eder.

Burada yarım asır evveline gelinceye kadar fizikin geçirdiği terakki ve tekâmül safhalarını hulâsa edeceğiz.

Bu muhtasar tarihi yazarken bir noktaya işaret etmek isterim. Bugün fizikçilerin çoğu fizik tarihine ehemmiyet vermiyorlar. Kaç fizikçi şu suallere cevap verebilir ? Tahaffuz kudret kanunu ne zaman ve kimin tarafından meydana getirildi ? Kont Rumford kimdir ? Umumi cazibe kanunu Newton'un kafasından mı çıktı ? Newton hangi devirde yaşadı ?

Münevver bir Türkün Türk milleti tarihinin ana hatlarını bilmesi lazımgeldiği gibi, iyi bir fizikçinin veya fizik hocasının da fizik tarihinin ana hatlarını bilmesi lazımdır. Fizik tarihinde bu mevzuları ileri götüren insanların hayat ve eserlerini okuyacağımız gibi, fizik ilminin asrî medeniyetin inkişafında oynadığı rolleri de görürüz. Fizik tarihinin pedagojik kıymeti de vardır.

Fizik tarihini bilen bir fizikçi, fizikin geçirdiği tekâmül devresine kuş bakışile bakar. Bu tekâmülün ana hatlarını çizer. Diğer taraftan gördüğü mühim hakikatları avama anlatarak halka fiziki sevdirir. Eğer avam fiziki bilmiyor veya sevmiyor ise kabahatin büyüğü bizzat fizikçidedir; çünkü fizikçi bu günün mes'elelerile o kadar meşgul ki, maziyi bir tarafa atmış oluyor. X şualarının te'siri altında hedeften fırlayan elektronların mıknatısı tayfı mes'elesini fizik bilmeyen samiine anlatmak istiyen bir fizikçi, Faraday'ın eserile dinamo arasındaki münasebetten başlayarak yürürse muvaffakiyet ihtimali artar.

Binaenaleyh fizik okuyanlarla okutanların fizik tarihini ve bilhassa fizikin inkişafında rol oynayanların biyografilerini bilmeleri şarttır.

Bu makalemizde dört devreye ayırdığımız fizik tarihini hülâsa edelim:

Birinci devre - Pek eski zamanlardan başlayarak milâttan sonra 1550 senesine kadar imtidat eder; tecrübecilik devri 1550 tarihinden başlar. Bu uzun devrede de insanlar sadece hakikat toplamakla vakit geçirmişlerdir. Bilhassa eski Yunanlılar tabiî hadiseler üzerindeki müşahedelerle fiziki hakikatlar toplamışlarsa da eserlerinin bir çoğu sırf spekulâsyondan ibarettir. Bu devirde başlıca otoriteler eski Yunanlılardır. İslâm alimleri Yunanlıların eserlerini kısmen islâh ederek Avrupaya nakletmişlerdir. Fizik noktai nazarından bilhassa İbni Heysem'in hizmeti büyüktür. Spekülâtif ve metafiziki mahiyette usûller kullanmalarından ve tecrübeye ehemmiyet atf etmemelerinden dolayı eski Yunanlılar nazariyeler koyamamışlardır. Binaenaleyh bu devrenin başlıca karakteristiği tecrübesizlik ve spekulâsyondan ibarettir.

İkinci devre - 1550'den 1850'ye kadar imtidat eder. Bu devrede Gilbert, Galila, Newton, Huyghens, Boyle ve Franklin gibi birtakım büyük adamların eserleri görülür.

Bu devrenin başlıca karakteristiği tecrübe usulûnün te'sis ve tekâmülüdür. Tecrübecilik devri Galila'nin Pisa kulesinde yaptığı sukut tecrübesi ve Gilbert'in mıknatısi küresile başlar. Galila'dan evvel fizikçiler Aristo felsefesine sadık idiler. Bu yanlış faraziye yirmi asırdan fazla hüküm sürmüş ve ilmin geri kalmasına mucip olmuştur.

Galila'nın maruf tecrübesinden sonra, değil yalnız avamda, hatta ilim adamlarında bile kökleşmiş olan batıl itikat ve taassubu yıkmak için iki asır geçmiştir. Nihayet ilim adamları şu esası kabul etmişlerdir:

Bizzat tecrübeye istinat eden nazariyelerin, sıhhatlarını tetkik için yapılan, diğer tecrübelere uygun düşmesile kabul ve muhalif gelmesile reddedilmesi esası kabul edilmedikçe ilim terakki etmez.

Üçüncü devre - 1880'den 1890'a kadar imtidat eder; bu devrenin başlıca karakteristiği bugün 'Klâsik Fizik' dediğimiz fizikin tekâmülüdür. Kont Rumford'un 1798'de yapmış olduğu top tecrübesi hararetin sinetik nazariyesine temel taşı olmuştur. Thomas Young'ın 1802'deki müşahedeleri ve teklif ettiği tedahül nazariyesi, Newton'un korpüskül nazariyesine karşı Huyghens tarafından vazedilen mevç nazariyesinin zaferine hizmet etti. Faraday'ın tetkikatı Maxwell elinde mühim malzeme olarak elektromanyetik nazariyesinin meydana gelmesine sebep oldu.

Bu devirde yapılan keşifler ve tedkikler o kadar parlaktı ki, bir çok kimseler fizikin mühim kanunlarının keşfedildiğine ve bundan sonra yapılacak işin az olduğuna kanaat getirmişlerdi. Bir çok fizikçiler tayin edilen sabit miktarların aşar hanelerini ileri götürmekten gayri iş kalmadığına hükmediyorlardı. Sonradan anlaşılıyor ki, o kanunlar fizik binasının kapılarını açmış ve fizikin sanayi alemine tatbikine hizmet etmiş oluyor.

Bunu takip eden Dördüncü devre 1887'de foto-elektrik hadisesinin keşfile başlar. 1887 ile 1900 arasında pek mühim keşiflere şahit oluyoruz. X şuaları 1895'de, radyoaktivite 1896'da, elektronlar 1897'de ve kuanta nazariyesi de 1900'de meydana çıktı.

Bu devirde gerek nazari ve gerekse tatbiki fizikte öyle seri terakki görülüyor ki, bunlara terakki yerine inkılâp demek daha doğrudur. Bu terekkiyat şimdi mevç mihaniki, Kuanta mihaniki, riyazi kimya isimlerini verdiğimiz ilimleri doğurmuşlardır. Fizik tarihinin son kırk senesi evvelkilerini gölgede bırakacak derecede zengin ve enteresandır. Bu seri terakki ve inkılâp el'an devam ediyor ve nerede duracağını kesdirmek müşkül değil gayri mümkündür. Diğer meslek erbabı kendi ilimlerinin tarihlerini enteresan görebildikleri gibi, biz de fiziki ilimlerin tekâmül tarihinin dünyanın en cazip şeylerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

 


Mesaj 2 Dr. Şeref Etker'den (01.09.2005)
Konu: AKİL MUHTAR VE GÖRELİLİK

Dr. Akil Muhtar [Özden]'in 29 Mart 1922 günü Darülfünun'un Zeynep Hanım konağındaki konferans salonunda yaptığı konuşmadan sonra, Güleryüz dergisinde (13 Nisan 1338/1922, numero 50, s. 7) çıkan yazı:

Aynştayn nazariyesi tefsiri
Muharriri: Doktor Müderris Akil Muhtar

Doktor Müderris Akil Muhtar Bey, Aynştayn nazariyesi hakkında iki aylık semere-i tetebbuunu gazetemize başmakale olarak ihda buyurdular. Bu kıymetli tefsiri kemal-i iftiharla derc-i sütun ediyoruz:

Efendiler,
Aynştayn bu asrın yetiştirdiği nadir zekalardan biridir. Ortaya atmış olduğu nazariyatı burada huzurunuzda teşrih ederken kalbimde hissetdiğim helecan beni şaşırmak derecesine getiriyor.
Efendim, Aynştayn nazariyatını uzun uzadıya tahlil etdim. Netice itibarile bu nazariyelerin pek makul olduğu kanaati bendenizde hasıl oldu. Size ilmi misaller vermektense herkesin anlayabileceği tarzda idare-i kelam etmek daha münasib olacak.
Aynştayn, zaman, mekan ve mesafeyi cerh ediyor; ve zaman, mekan ve mesafenin olmadığını ileri sürüyor. Bu üç maddeyi ayrı ayrı misaller ile tefsir edeceğim:

1 - Zaman
Zaman yokdur. Binaenaleyh bütün saatler yanlışdır. Mesela, Şirket-i Hayriye istese, vapurları istediği zaman iskeleden kaldırmak hakkını haiz bulunur. (Vakıa Aynştayn icad etmeden de Şirket-i Hayriye bu nazariyeyi tatbik ediyor.)
Yahud ahbabınıza köprübaşında saat dörtde bulunmak üzere randevü veriyorsunuz. O saatde gelemeyip de iki saat sonra veya evvel gelseniz, arkadaşınızın size gücenmeye, 'beni iki saat bekletdin' demeye hakkı olmaz, zira, tekrar edeyim bu nazariye zamanın mevcud olmadığını isbat ediyor.

2 - Mekan
Mekan yokdur: çünki bir fakir tenekeden yapdığı barakasında oturup dururken, muhteşem bir sarayda ikamet etmediği ne malum. Bizim gözümüz vatta onun ikametgahını tenekeden diye veriyor, amma... Aynştayn nazariyatı mucibince onun evi tenekeden değil, mermerden yapılmış bir saraydır. Keza bu nazariyeye nazaran, vapura binen adam vapurda olduğundan emin olamaz, vapur zannetdiği tekne, hakikat halde bir şimendifer yahud bir otomobildir.

3 - Mesafe
Mesafe yokdur: Kadıköyü'nde oturan bir adam neden dolayı Üsküdar'da yahud Boyacıköyü'nde ikamet ediyor olmasın. Paris neden Fransa'nın payitahtıdır da Hindistan'ın payitahtı değildir ? Belki İstanbul Afrika'nın ortasında bulunuyor da bizim haberimiz yok.

4 - Dibace
Rakım-ül-huruf bu nazariye Aynştayn'dan evvel bizim bazı etibba tarafından tatbik edildiği de görülmüştür. Tecrübesiz ve cahil bazı rüfeka hastalığı teşhis edemeyib dizanteriye tutulanı kolera gibi tedavi etmiş, adi başağrısına tifo reçetesi yazmışlardır. Bunlardan kendime bir hisse-i iftihar ayırmak istediğimi zannetmesinler. Kendime reklam yapmıyorum, hakikatı söylüyorum. Mamafih Şaklaban gazetesinin, müdürümüz hissi Marko Paşa hazretlerinin müsaade-i mahsusile, şuracığa aldığım ufak ilanıma havale-i nazar buyurmalarını muhterem karilerinden rica ederim:

Doktor Akil Muhtar
Emraz-ı cildiye ve dahili hastalıklar mütehassısı
En büyük usüllerle hastalıkları tedavi eder
Aynştayn nazariyatı sayesinde elde etdiği neticeler ile
veremlilere serum anti-tüberkülo zerk eder.
İlk muayene meccanendir.

 


Mesaj 1'e cevap (12.05.2005) ;
Mesaj panonuza gönderilen ve Prof. Fritz Arndt'ın bir öğrencisi tarafından yazılmış dizeler, "P.C.N.'de Kafiyeli Kimya" başlığı altında Tıp Yolunda Yılbaşı Albümü 1940 (İstanbul, Hüsnütabiat Matbaası, s. 31) içinde yayınlanmıştır. Bilginizi rica ederim. Dr. Şeref Etker.

Mesaj 1

İdrat küpro amonik
Hem de kübik mi kübik
Koklayım deme sakın
Burnun çalar armonik

Asit kloridrik idrat
İstif olursa kat kat
Korkulur mu şimdiden
Çalışma sırtüstü yat
Analiz pür şimikman
Bu yıl oldukça yaman
Terliyecek sanırım
P.C.N.deki ihvan

Kavgalara birebir
Birazcık Nitrobenzol
Samimiyet gibidir
Varsın uçsun bacak kol
İnce şirin sempatik
San suliye san patik
Gönülleri mest eder
İyodo penta anik

Toplansın cümle ihvan
Artık dökülmesin kan
Sevdayı birden keser
Humz-u klor antimuvan
Gizli teamülü sez
Çok düşünme oyna gez
Gönlüne neşe serper
Bioksit dö manganez

Polisülfür d'amonyum
Avek boku dö helyum
Jö nö truv pa kafiye
Nezihi işte mon nom

 

 

 

http://www.bilimtarihi.org
Son güncelleme: 01.11.2016

© 2016