Hasan-Âli Yücel
Bir Türk Hekimi ve Tıbba Dair Manzum Bir Eseri
İstanbul, Devlet Basımevi 1937
20+4 (tıpkıbasım) sayfa. |
|
Şeyhinin Hekimliği
Şeyhi, kaside ve gazelleri, Hüsrev ve Şirini, bilhassa Harnamesile Divan edebiyatının en kudretli şahsiyetlerinden biridir. Devrinde şairliği kadar hekimliği de duyulmuş, bu yolda şöhreti Anadoluya yayılmış ve adı (Hakim Sinan) diye halk ve yüksek tabaka arasında duyulmuştu. Nitekim Lâtifînin "Hakim Sinan demekle maruf idi ve etibba meyanında hazakat ve meharetle mevsuf idi" demesi de bunu gösterir
Şakayık sahibi üstadı Mevlâna Alâeddin Ali-i Arabîden nakl ile: "Siması hâr ü hakir olup suret ü heyeti sakim ü zemin ve gözleri alil-ü kelil idi." Der ve gözünden hasta olanlara ilâç olmak üzere bir kuhli nâfi' yaptığını zikreder.
Çelebi Mehmet Anadolu'da Timûr yenilmesinden sonra karışıklıktan ve Rumelideki kargaşalıklardan üzülerek (2), diğer bir rivayette Karamanoğlu isyanına kızarak (H.818-M.1415)te şiddetli bir sinir hastalığına uğramıştı (3). Devrin bütün hekimleri padişahı tedavi etmişlerse de hiçviri iyi edememişti. Germiyanoğlunun yanında bulunan Şeyhî, tedavi için davet edildi.
Şeyhî hastayı ilk görüşünde hastalığın sinirden olduğunu anladı, kendisini ilaç içmekten menetti, memnunluk verici bir haber almak suretile büsbütün iyi olacağını söyledi. Hakim Sinanın koyduğu teşhis doğru çıktı. Filhakika Beyazıd Paşa tarafından Karamanoğlunun yenildiği haberi Çelebi Mehmede vâsıl olunca duçar olduğu melankoli yavaş yavaş geçti ve yeniden sıhhatini kazandı. Bunun üzerine Şeyhî ihsan ve âtalarla doyurulup "vatanı melûfuna irsal (4) veya "Dokuzlu nam kariye kendisine timar" olarak ita (5), diğer bir rivayette ise "sekiz bin akçe yazılarak tabibi has" (6) ve Reisül'etibba (7) tayin olundu.
Seyhînin hekimliği hakkındaki bu rivayetlere mukabil tıp mevzuunda yazılmış bir eseri olup< olmadığına dair bizi aydınlatacak bir kayde eski kitaplarda tesadüf edemedik. Yalnız (Osmanlı Müellifleri)nde Tahir Bey merhum (Kenzül - Menafi' fi Ahvali - Emzice vet - tabayi') isminde bir tıp kitabı olduğunu zikir ve bu kadarla iktifa ediyor (1).
Muhterem Türk bilgini Bay İsmail Saib ile bundan sekiz, on sene önce Şeyhî hakkında ve hekimliğine dair görüşürken Tahir Beyin bahsettiği kitabın manzum bir eser olduğunu ve kendisinde bulunduğunu öğrendim. Metnini lütfettiği bu eseri hemen istinsah ettim. O yıllarda eski edebiyatımızla yakından ve çok uğraştığım için eski yazmaları, bu arada bilhassa mecmuaları karıştırıyordum. İyi bir tesadüf eseri olarak Darülfünun Kütüphanesinde Hâlis Efendi kitapları arasında bir mecmuanın içinde ve hâmiş olarak kenara yazılmış bulunan ikinci bir nüshasını buldum. Eski umara 3772, bugünkü numarası 3021'dir. 207 inci yaprağın arka sahifesinden 220 inci yaprağın arka sahifesine kadar devam ediyordu. Fotografisinde görüldüğünden çok biçimsiz ve okunması güç bir yazı ile yazılmıştır.
Aradan birkaç zaman daha geçtikten sonra, o sırada kütüphane memuru olan Bay Sabrinin delaletiyle bir üçüncü nüshasını Riza Paşa kitapları arasında buldum. Eski numarası 2829, bugünkü numarası 1774 tür. Bu da hâmiş tarzında ve İbni Kemalin Hadîsi Erbaini kenarına yazılmıştır. 120. sahifeden 134 üncü sahifeye kadar devam eder.
Bay İsmail Saib'deki birinci nüsha (H.1096, M.1684)te yazılmıştır. Sekiz on tıp risalesi arasında Şeyhînin (Nazmı Tabayi)i de vardır. İkinci Hâlis Efendi nüshasında iki yüzden fazla şairin eş'ar ve nezairi bulunuyor. Yazılma tarihi belli değil. Üçüncü Riza Paşa nüshasında Tabiratı Menamı Hazreti Mevlâna, Cami'nin Arapzade tarafından şerhedilen sofiyane bir gazeli, bazı Hadîs tercümeleri, hilkati insan risalesi, La'lîzadenin Bayramiye risalesi ve başka birkaç risale ile Hadîsi Erbain tercümesi vardır.
Eser, birinci nüshaya göre:
Mülûkana eşiği taşı mesned - Şehinşahı cihan Sultan Ahmed
denildiği cihetle Sultan Ahmede, diğer iki nüshada:
Civanmerd-ü atâbahş-ü sühandan - Şehinşahı cihan Sultan Murad Han
denilmekte olduğu cihetle Murad II. Namına yazılmış görünüyor. Şeyhînin yaşadığı devirlerde emîr ve hükümdarlar arasında Celâirîler (İlkâniyan) dan bir Sultan Ahmet vardır. Bu Türk hükümdarı 1382-1410 arasında, muhtelif fasılalarla Azerbeycan ve Irakta saltanat sürmüştür. Merkezi Bağdattı ve kendisi şiir ve edebiyat dostu idi. Şeyhî 1422 senesinde vefat ettiğine göre 1410 senesinde Karakoyunlu Kara Yusuf tarafından öldürülen Sultan Ahmetle muasırdır.
Şeyhînin onunla münasebeti meselesine gelince İrana (1) gidişinde veya oradan dönüşünde Bağdada uğramış olması ve bu eseri bu vesile ile Sultan Ahmede takdim etmiş bulunması varit olabilir. Diğer taraftan Şerafettini Yezdî'nin Zafernamesindeki bir kayde göre Sultan Ahmet Kayseriye ve Bursaya gelmiştir. Hatta Bursa'da bulunan çoluğu çocuğu Timurun eline geçmiştir. Anadoluya yaptığı bu seyahate ya kütahyaya uğradığı, yahut başka bir şehirde bulunduğu sırada Şeyhi bu eseri kendisine vermiş olabilir. Bir de bundan başka Kadı Burhanettin de Sultan Ahmet diye anılırdı. 1338-1339 arasında yaşadığına göre Şeyhî ile muasırdır. Ona ithaf etmiş olması da mümkündür.
Murat II. 1444 senesine kadar -aradaki küçük fasıla müstesna 23 sene hükümdarlık etmiştir. Şeyhinin ölümünden bir sene evvel padişah olduğuna göre,bu eserini hayatının son yıllarında ona sunmuş demektir. Şu halde aynı eseri önce sultan Ahmede sonra da Murat II.ye vermiş ve ithaf etmiş oluyor: Kime vermiş veya ithaf etmiş olursa olsun, bizi bu fazla alâkadar etmez. Bu tarihî ihtimalleri, alakadarların dikkatini celbetmek için yazıyorum.
Nazmı Tabayiin, tevhid, nait ve medihlerle sebebi telif kısmı mesnevi tarzında ve alt tarafı kıt'a halinde tanzim olunmuştur. Her kıt'ada içecek, yiyecek ve giyeceklerin faydaları, mazarratları ve bunların bertaraf edilmesi çareleri yazılıdır. Eski tıpta bütün yiyecek ve içeceklerde üç kuvvet tasavvur edilirdi.
"Malûm ola ki meratibi kuvayî edviye indel'etibba üçtür: Kuvvei ulâ, hararet, bürudet, rutubet ve yübuset dedikleri keyfiyetlerden ibarettir. Kuvvei saniye bu keyfiyetlerden sadır olan kuvvetlerdir: Teftih ve tahlil gibi. Kuvvei salise bu keyfiyetlerden ve kuvvei saniyeden sadır olan kuvvetlerdir: Teftiti hasat gibi"
O zamanın tababetinde anasırı Erbaa çok mühim telakki edilirdi. Hararet, burudet, yübuset, rutubet; ateş, hava, toprak ve su karşılığı olarak kabul olunurdu. İlaçlar ve devalar bu esasa göre tertip edilirdi. Alınan gıdalardan hâsıl olan kan, balgam, safra ve sevda; hâr ve ratıp, soğuk ve yâbis, bârid ve yabis addolunurdu ki bunlara ahlâtı erbea ismi verilirdi. Şeyhînin her kıta'da kullandığı ıssı, soğuk, yaş, kuru tabirleri bu esasa göre konmuştur.
Bu küçük eserin birkaç cihetten önemi vardır. Birincisi edebiyat tarihimiz bakımındandır. Şeyhî, Divan edbiyatının birinci derecede kıymette ve ehemmiyette bir şairi olduğu için onun herhangi bir eseri de mühim olmak gerektir. Kaldı ki, bu manzume didaktik nevide yazılmış, basit ifadeli ve güzel denecek bir manzumedir. İkinci cihet kullandığı dildir. XIV ve XV inci asır Türkçesidir. Bugün kullanmadığımız bir kısım Türkçe kelime ve fillere orada rasgeliyoruz. Hattâ Çağatay lehçesinde kullanılan bir tafdil şekli olan (rak) edatına (hurşak) kelimesinde tesadüf ediyoruz.
Bu eserden edilecek istifadelerin bence en mühimi, o devirdeki yiyecek, içecek ve giyeceklerin ne olduğunu göstermesidir.
İçecekler şunlardır:
Çeşme suyu, yağmur suyu, buzlu su, kar, sıcak su, sorkun söğüdü suyu, kâşni suyu, sığırdil suyu, hurma şarabı, tatlı nar şarabı, ekşi nar şarabı, tatlı elma şarabı, ekşi elma şarabı, armut şarabı, ayva şarabı, turunç şarabı, limon şarabı, bal şerbeti, nilüfer şarabı, sirkencebin, gülbeşeker, gülâp, sirke, koruk suyu, kımız, koz yağı, badem yağı, susam yağı, zeyt yağı.
Yiyecekler şunlardır:
Boğaça ekmeği, kâk, pirinç ekmeği, senbuse, koyun eti, keçi eti, sığır eti, at eti, buzağı eti, deve eti, ahu eti, tavşan eti, yaban eşeği eti, kuru et, püryan, kebap, koyun başı, koyun gözü, dakal, iç ve kuyruk yağı, koyun paçası, kuş püryanı, beslenmiş kuş eti, tavuk eti, horoz eti, serçe eti, ördek ve kaz eti, bıldırcın ve keklik eti, sülün ve çil kuşu, turna eti, büyük balık eti, hurde balık, tuzlu balık, herise ( keşkek ), somak, koruk aşı, bozca aşı, nuhut suyu, havuç kalyesi, patlıcan kalyesi, börek tutmaç aşı, sütlü pirinç.
Yemişler şunlardır:
Taze incir, kuru incir, üzüm, tatlı nar, ekşi nar, tatlı elma, ekşi elma, taze hurma, armut, şeftali, ayva, narenç, limon, zerdali, ayva, akdut, karadut, kavun, karpuz, turunç, şahtiyar, badem, ceviz, cevzi hindi, fıstık, ünnap, muz, eriktir.
Sebze ve hububat şunlardır:
Kabak, havuç, şalgam, çüğündür, turp, lahana, patlıcan, sarımsak soğan, marul, kereviz, kâsini, ıspanak, pırasa, turakotu, tarhun, nane, pirinç, nuhut, burçak, buğday, mercimek, bakla, börülce.
Tatlılar şunlardır:
Bal, şeker ve kand, nebat şekeri, bal helvası, pekmez helvası, palûze, kadayıf, erişte.
Peynir ve yoğurtlar:
Taze peynir, kuru peynir, süzme yoğurt, ekşi yoğurt.
Kokular şunlardır:
Menekşe, nergis, kırmızı gül, susam sandal ödağacı, kâfur, misk, amber.
Hava ve mevsimler şunlardır:
Hamam havası, bahar havası, yaz havası, güz havası, kış havası
Giyecekler şunlardır:
İbrişim, elbise, bez kaftan, keten elbise, ipek elbise, serasker elbise, samur kürk, kakım ve sincap kürk
Görülüyor ki bu cihetler tarih ve etnografyayı alakadar etmektedir. Tıp noktasına gelince bizde tıp tarihile uğraşmış olan Doktor Galip Ata, Doktor Osman Şevki Uludağ ve Doktor Süheyl gibi değerli bilginlerimizin bu husustaki görüşleri bizi aydınlatacaktır.
Başlangıcı burada bitirirken bu eseri sekiz, on yıl önce bulup istinsah ettiğim sıralarda bana çok yardımda bulunmuş olan Bay İsmail Saib ve Bay Sabriye saygı ile teşekkür etmeği bir borç bilirim.
20-II-1937, Hasan-Ali YÜCEL
|